Yiğit, vakur, dimdik bir adamdı. Kusursuz giyinirdi.
Biçimli bir yüzü, duru mavi gözleri, çalı çalı kaşları vardı. Yer yer sert çizgili olan bu yüz hemen her zaman ağırbaşlı ve ciddiydi. Bakışlarında, her hareketinde, hatta hareketsiz duruşunda bile büyük bir canlılık göze çarpardı.
Zihni de vücudu da kurulu bir yay gibi her an harekete hazırdı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra askerî üniformasını çıkarmış, bu şerefli üniformayı bir daha tören ve geçitlerde bile giymemiştir. Bu gibi durumlarda her zaman sade bir gece giysisi, silindir şapka giyer ve nişan olarak yalnız Kurtuluş Savaşı’nın altın madalyasını (İstiklal Madalyası’nı) takardı.
Seçkin bir adamdı, eşine kolay rastlanmayan bir adam. Tehlikeden korkmaz, güçlüklerden yılmak nedir bilmezdi. İçgüdü gibi bir şeyin yardımıyla, buna bir ad bulamıyorum çünkü başka kimsede benzerini görmedim. Bir meselede neyin önemli, nelerin önemsiz olduğunu çarçabuk ve kolayca kestirirdi.
★★★
Sorumlulukları ağırdı. Ancak O bunların hepsini kabul eder, başkalarının sırtına yüklemeye bakmazdı. Sorumluluktan korkmaz, kaçınmaya çalışmazdı. O’nun saygısını kazanabilmek için sizin de yüksek bir sorumluluk duygunuz olması gerekirdi.
Tartışmayı çok sever ve bunu insanları zihin ve karakter bakımından ölçüp tartmakta bir yol olarak kullanırdı. Yumuşaklık etmez, yargılarında kolay kolay yanılmazdı.
Dürüstlükten yana kusursuzdu. Apaçık görüşlerinin, çevresindekiler üzerinde elektrikleyici bir etkisi vardı. Doğa ona büyük bir irade gücü vermişti ama öyle sanıyorum ki, O bu gücü hep bilinçli bir disiplinle kullanıyordu. Hayatın uzun, bitmez tükenmez bir sınav olduğunu pek iyi biliyordu. Atatürk bu sınavda verilecek cevapları öğrenmeyi bir an olsun elden bırakmamıştır.
★★★
Kemal Atatürk’ün en sevdiği konuşma yolu, bakan arkadaşlarını da ayırmaksızın çevresindekileri, görüşmek istediği kimseleri psikolojik ve bilimsel bir sınavdan geçirmekti. Verilen cevaplar kadar karşısındaki kimseyi de dikkatle incelediği sezilirdi. Kimi zaman sorular yağdırır, kimi zaman da uzun uzun kendi görüşlerini açıklardı. Sonra soru dolu bir duraklama, çatılmış kaşlarının altından, o duru mavi gözlerin altından insanın içini okuyan bir bakışı... Bu bakışın ne demek istediği anlaşılırdı.
Bu, kem küm etme demekti. ‘Karşılıklı konuşuyoruz şurada. Biliyorum, güç durumdasın, ama ben her şeye “evet efendim” diyenlerden hiç hoşlanmam. Düşündüğünü açıkça söyle. Belki de boş değildir söyleyeceklerin. Görelim bakalım!’
★★★
Peki ne yaptı Atatürk, o parlak askerlik kariyerinin dışında neler başardı? Mutlak bir yönetimin küllerinden ve zihniyetinden yepyeni bir devlet çıkardı. Felaketlerle dolu bir savaşta artık her şeyin kaybolur gibi olduğu bir sırada O’nun Türk halkına inancı bir an bile sarsılmadı. Bu savaş, övünç verici bir askeri geçmişe sahip bir ulus için çok acı bir denemeydi.
İşte Atatürk, Türk halkının kendine olan güvenini yeniden canlandırdı, zihinlerini özgürlüğe kavuşturup güçlerini harekete geçirdi. Eskimiş bir geçmişi gömüp ulusuna geleceğin kapılarını açtı ve bu ulusa sonuna kadar inandı.
★★★
Atatürk’ü diktatör sayanlar olmuştur. Bence bu hem yanlış hem de yanıltıcı bir görüştür. Kabul edelim ki, günümüzde ‘diktatör’ sözcüğünün yeterli bir tanımı yapılmış değildir ama Hitler’e, Mussolini’ye diktatör denmesine hiç kimsenin karşı çıkabileceğini sanmıyorum.
Öyleyse Kemal Atatürk neden aynı gruba girmiyor diye bir soru sorulabilir. Bunun birçok nedenleri vardır. Bir kere Atatürk bilinçli olarak, kendi yokluğunda uygulanacak bir düzen kurmaya, kendinden sonra sürecek bir hükümet ve yönetim sistemi yaratmaya çalışıyor; görüşlerini zorla kabul ettirmekten çok doktrinlerini öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu.
Kurtuluş Savaşı sırasında arkadaşlarıyla hazırladığı tasarıya göre egemenlik Büyük Millet Meclisi’nindi. Halk tarafından seçilen mebuslar dört yılda bir Cumhurbaşkanını seçmekle görevliydi ve Meclis belli yasama ve yürütme yetkilerine sahipti.
★★★
Devrimler hiçbir zaman yumuşaklıkla olmaz. Bu yüzden başlangıçta, anayasanın ve organlarının yürürlüğe girmesinden önceki günlerde, Atatürk’ün zaman zaman kendi inisiyatifine dayanarak kesin hareket etmek zorunda kaldığı olmuştur. Gene de kanunlara aykırı davranışlarda bulunmaktan kaçınmıştır.
Büyük Millet Meclisi’ne karşı büyük bir saygısı vardı. İç işlerde başlıca amacı, o sırada pek işlemese de ileride durumun gerektirdiği şekle uyup gelişebilecek esneklikte bir siyasal düzen ortaya koymaktı.
★★★
Pek çok kimsenin sandığı gibi sağa sola emirler yağdırmak şöyle dursun, Atatürk, Bakanları her zaman kendi sorumluluklarını yüklenmeye zorlardı. Öyle sanıyorum ki, eğer yaşasaydı belki bir sonraki Cumhurbaşkanı seçiminde adaylığını koymayıp, kurduğu düzenin kendisinin yokluğunda gereği gibi işleyip işlemediğini görmek için bir köşeye çekilecekti. Ancak arkadaşları ve danışmanları bırakır mıydı, bunu kestirmek güçtür.
O’nun bütün tutumu şuydu: Kendisi Cumhurbaşkanı olarak devletin başıydı. Memleketin yönetimi, Büyük Millet Meclisine karşı Anayasa’yı uygulamakla görevli olan hükümetin göreviydi...”
NOT: Ulu Önder Atatürk’ün ölümünün üzerinden 10 yıl sonra yani 10 Kasım 1948’de bir İngiliz büyükelçinin BBC Radyosundaki konuşmasını yayımlayan Sözcü Gazetesi yazarı Sayın Emin Çölaşan’ın köşesinden alınmıştır…
Yorum Yazın
Facebook Yorum