Takvime bakıyoruz, ayın biri… Kısa bir süre sonra bakmışız ayın ortası, hooop ayın sonu! Çocukluğumuzda yaz tatili bitmek bilmezdi. Okul açılsa da öğretmenimize, arkadaşlarımıza kavuşacağımız günü iple çekerdik. Şimdi zamanı kovalayan var, hızına yetişemeyen...
Bağrında çok özel günleri barındıran, gönül ayı Mayıs’ı uğurladık. Haziran hızır gibi geldi, güzelliklerini hepimize paylaştırsın.
❝Kafanın söylediklerini duymakla, kalbinden gelen melodiyi dinlemek arasındaki farkı öğren. Kafanın konuşması toplumun bir ürünüdür, kalbin konuşması ise sonsuzluktan gelir.❞ (Aborjin öğretisi)
İnsanlar, her iki sesiyle de konuşurken saygılı, kibar ve dinleyen olmalı. Artık kimse hangi sesiyle konuştuğunu ayırt etmiyor. Toplum nereye gidiyor diye sormadan edemiyoruz.
Kardeş şehir Azerbaycan’da insanlar bizimle aynı dili, yani Öztürkçeyi konuşuyor — hem de şiir gibi… Güler yüz, saygı, yardımlaşma ve kalp dilleriyle konuşuyorlar. (İçim acıyarak ülkemi düşündüm.)
❝Yirmi üç yaşım var, bu işlerle meşgulüm.❞ (Yirmi üç yaşındayım, rehberlik yapıyorum.) Yerel rehberimiz Hüseyin’in bizimle tanışma cümlesi…
Çay demlemeleri bizden farklı. Metal veya porselen, uzun ağızlı büyük bir demliğe ayarlanmış. Bardaklara ondan doldurup servis yapıyorlar. “Horoz kuyruğu” çayı (bizdeki “tavşan kanı” gibi). Onlara göre çok güzel, ama bizim çaylarımızın yerini hiç tutmuyor. Çayımızı özlediğimizi söylemeden edemiyoruz.
Yemeğe gittiğimiz lokantada doğum günü şarkısı başladı. Dört yaşında güzeller güzeli bir erkek çocuğun doğum gününü kutluyorlar. Her yerde çalınan “İyi ki doğdun…” sözlerini beklerken, ❝Ad günün mübarek olsun, Azerbaycan’a hayırlı evlat olasın, ülkeni koruyasın…❞ gibi kulağa çok hoş gelen dileklerle karşılaşıyoruz. Hepimiz pür dikkat dinliyoruz.
Gördüğümüz her yer pırıl pırıl. Trafik kendiliğinden akıyor. Yaya adım atar atmaz bütün araçlar “zınk” diye duruyor. Saygı, güler yüz, selamlaşma... İnsanların doğal davranışı hâline gelmiş, içselleşmiş bir eğitim ve öğretim.
Her yer yemyeşil. Ağaç kesmek ağır cezaya tabiymiş. Çiçekler, böcekler ve doğa özgür, özgür… Tarihi binalar özenle korunuyor. Geniş caddeleri, meydanları, saygının önde olduğu insan kalabalığı… Tarım ülkesi. Üzümün, narın, balığın, buğdayın bol olduğu ülke. Nahçıvan’ın bakirliği, sadeliği ayrı güzel.
Tiflis, trafik kargaşasının doruğunda. Tarihi yapıları, yeşili, bolluğuyla ayrı güzel. Bol akarsuları, özenli üzüm bağları, zeytinleri, bol çınar ağaçlarıyla bezeli.
Batum; beton yığını… Gökdelenden başım döndü. Her yer inşaat. Düzenli, saygılı ve daha çok Türkçe konuşulan bir kent.
Tarih fışkıran, bereketin, bolluğun, kendi kendine yeten dünya ülkeleri arasında, geleneklerine bağlı, cennet ülkem nerde, nerde, nerde?..
Yorum Yazın
Facebook Yorum