Türkiye’de kadın olmak, her yeni güne ‘acaba bugün sıra bana gelir mi?’ korkusuyla uyanmak demek. Kimi zaman evinde, kimi zaman sokakta, kimi zaman en yakınındaki bir erkek eliyle hayatı elinden alınmak demek. Ve ne yazık ki, bu ülkede kadınların hayatı mahkeme salonlarında alınan kararlarla ikinci kez öldürülüyor.
20 Ağustos 2020’de İzmir Bornova’da Ceyda Yüksel, Serkan Dindar tarafından katledildi. Bir genç kadının yaşam hakkı, bir erkeğin “cinsel birlikteliği reddedildiğinde hissettiği elem ve öfke” bahanesiyle gasp edildi. Daha da acısı, Yargıtay bu bahaneyi “haksız tahrik” sayıp indirime gitti. Bu karar, yalnızca Ceyda’nın ailesinin yüreğini parçalamadı; Türkiye’deki milyonlarca kadının kalbine yeni bir korku çivisi daha çaktı. Adalet terazisi, kadın cinayetlerinde artık erkek egosunun yanında ağır basıyor.
Ve dün, İstanbul Ümraniye’de Özbekistan uyruklu bir kadın, sokak ortasında satırla saldırıya uğradı ve hayatını kaybetti. Gündüz vakti, onlarca insanın şahitliğinde, şehrin orta yerinde bir kadın, en vahşi şekilde hayattan koparıldı. Saldırgan kaçtı, polis yakalamak için çalışma başlattı. Ama sorulması gereken asıl soru şu: Neden hep bir son dakika haberiyle, bir cinayetle, bir vahşetle yüreğimiz parçalanıyor? Kadını ve çocuğu korumak bu kadar mı zor?
Geçmişten bugüne tablo hep aynı... Güldünya Tören’den Özgecan Aslan’a, Emine Bulut’tan Ceyda Yüksel’e kadar sayısız kadın… Her birinin hikâyesi birbirine benziyor: ‘Hayır’ dediği için, özgürlüğünü seçtiği için, boşanmak istediği için, hayatına sahip çıkmak istediği için katledildi. Ve çoğu kez, fail “iyi hal indirimi” ya da “haksız tahrik” adı altında ödüllendirildi. Kadın cinayetlerinin önlenmesi için caydırıcı cezalar yerine, adeta teşvik edici indirimler gündeme geldi.
Türkiye’de kadın olmak; sürekli diken üstünde yaşamak, evden çıkarken geri dönüp dönemeyeceğini bilmemek demek. Ve bu yalnızca kadınların değil, toplumun meselesi. Çünkü her öldürülen kadınla birlikte, bu ülkenin vicdanı biraz daha ölüyor. Her adaletsiz kararla birlikte, hukuk devleti biraz daha can çekişiyor.
Soruyorum: Bir kadının hayattan koparılması için daha kaç mahkeme kararı, daha kaç haber bülteni, daha kaç kanlı sokak görüntüsü göreceğiz? Ceyda’nın, Özgecan’ın, Emine’nin ve ismini bile duyamadığımız yüzlerce kadının hesabı ne zaman sorulacak?
Kadınların yaşam hakkı pazarlık konusu edilemez. Bir erkeğin öfkesine, bir mahkemenin insafına bırakılamaz. Bu ülkede kadın olmak, kader değildir; olmamalıdır. Çünkü bir toplumun gerçek medeniyet ölçüsü, kadınlarının ve çocuklarının ne kadar güvende olduğunda saklıdır!
Yorum Yazın
Facebook Yorum