Umutlarımızı gerçekleştirebildiğimiz, özgürce, keyif içinde ve refah içinde hayatlarımızı sürdürebildiğimiz, orada yaşamaktan gurur duyduğumuz, güvende hissederek aidiyet duygumuzu yaşadığımız yerler şehirlerimizdir.
Bilimin ve teknolojinin son hızla geliştiği bu çağda, nasıl olur da iyi şehir planlaması unutulur?
Şehri yaşanır kılmanın kuralları vardır. Bina boylarının, mimari stillerinin aynı bölgelerde benzer olması, simetrikliği, göze hoş görünmesi gibi özellikler önemlidir.
Belediyelerin şehircilik planı yapmadığı, aklına esenin rant uğruna gökdelen diktiği yerler, çıban başı gibi durmakta. Tek düze sıralanmış mimari dayatma da olmamalı.
Binaların yüksekliği ve genişliği belediye tarafından düzenlenince, mimarlar da binanın şeklini, stilini ve rengini buna göre ayarlar.
Caddelerde yaşam olmalı. AVM kültürü ve banliyöler, mahalleleri ve meydan merkezli olmayan yapılarla birlikte caddeleri yok etti.
Yürüyüş hizamızda; kafelerin, kitapçıların, çiçekçilerin, mağazaların olması; onların üst katlarının ev ya da iş yeri olması, caddeleri sevdirir.
Akrabalarımızla, komşularımızla, esnaflarımızla mahallemizde topluca yaşamayı ve paylaşmayı seven bir kültürden gelen bir milletiz.
Güzel mahalle kültürümüzün yerini AVM’ler, rezidanslar, siteler aldı. Bunlar gerekli yerlerde olabilir ama mahalle kültürümüzü yıkma pahasına olmamalı.
Ya meydanlar! Şehirlerin kalbi, insanların doğal buluşma alanları ve demokrasilerin merkezidir. Resmî daireler, hükümet binaları meydanların etrafında toplanır. Atatürk, Ankara’yı buna göre planlamıştır. Gezdiğim ülkelerin hepsinde aynı plan ve devasa meydanlar var. Meydanı olan şehirlerimiz kaldı mı? Kalanlarda da meydanlar adeta cebine girer gibi küçülmüş durumda.
Yerel mimari tarz, şehrin ruhunu oluşturur ve tarihi dokusunu korur.
Arabalar bizler için ilave bir özgürlük alanı; ama yürüyüş alanları da olmazsa olmazımızdır. Yürünebilir düzgün kaldırımlar, sağlam altyapılı sokaklar, yürüme mesafesinde mahalle okulları, sağlık ocakları, kafeler, dükkanlar ve toplu taşıma durakları olmalı. Yürüyüş yolları hem güvenli olmalı hem de yerel işletmeleri desteklemelidir. Son teknolojilerin kullanıldığı toplu taşıma sistemleri geliştirilmeli.
Sevgili arkadaşımın yazdığı “Akşeniz ve Mersin’den Silifke’ye kadar olan kıyıların akıbeti” yazısından esinlendim. Taşucu’na kadar da demeliydi. Eşsiz güzellikteki kıyılarımız, tarım arazilerimiz, altın değerindeki narenciye bahçelerimiz katledilmiş. Çarpıklığın örneği beton yığını binalar, bu yıl daha da çoğaldı. Dağ, taş ev! Nereye kadar, nereye kadar?
Yorum Yazın
Facebook Yorum